14 Mayıs 2012 Pazartesi

"CUK OTURAN" ATASÖZLERİ, "İŞ BİTİREN" DEYİMLER... :)

Canım sıkılınca konuşasım gelmez. Genelde susmak isterim. Benim susma isteğim keyfimle doğru orantılıdır. Keyif arttıkça sesim yüksek çıkar. Keyif kaçtıkça kısılır sesim. Bu 35 yıldır böyle. Tabiatım bu.

Gel görelim sustuğum zamanlarda da lafı gediğine oturtmak gerekebiliyor. İşte o zamanlarda uzun uzadıya lafın belini kırmak bana zor geliyor. Hoop sarılıyorum atasözlerine, deyimlere... Bilenler bilir, bazen güzel  denk geliyor. :)

Buyrun durumuna göre seçilmiş, esprili bir potpuri.

-"ARABIN DERDİ KIRMIZI PABUÇ."  'Benci'ler ve benciller için seçkin bir atasözü.

-"APTAL ATA BİNERSE BEY OLDUM SANIR, ŞALGAM AŞA GİRERSE YAĞ OLDUM SANIR." Sonradan görmelere, hazımsızlara bire bir! :)

-Tepemin tasını attıran birisi için "NUSH İLE USLANMAYANI ETMELİ TEKDİR, TEKDİR İLE USLANMAYANIN HAKKI KÖTEKTİR." der geçerim. Yeter de artar bile...

-Haksızlığa uğrayanlar için "YİĞİDİN ZORUNA GİDEN HAKKINDA HAYIRLISI" derim. Derim ve inanırım.

-"DEVEYE 'BOYNUN EĞRİ' DEMİŞLER, 'NEREM DOĞRU Kİ?' DEMİŞ" i pek severim. Bırak dağınık kalsın durumlara özel... :)

-"AKILLI DÜŞÜNÜRKEN, DELİ KÖPRÜYÜ GEÇER" bizim gibi, 10 düşünüp bir hareket edenlere yaraşır... Meydan cahil cesareti olanlara kalır!!!

-"VAKİTSİZ ÖTEN HOROZUN BAŞI ERKEN KESİLİR" bu ata sözünü iş hayatımın başlarında özümsemek isterdim mesela... :)

-"AĞIR OL MOLLA DESİNLER" ya da "BİLİYORSAN SÖYLE BİR DERS ALSINLAR, BİLMİYORSAN SUS Kİ ADAM SANSINLAR" çok çok çok sevdiklerimdendir.

-"KOYUNUN OLMADIĞI YERDE KEÇİYE ABDURRAHMAN ÇELEBİ DERLER" ayakların baş olduğu durumlara cuk oturur...

-"EL ELİN EŞEĞİNİ TÜRKÜ ÇAĞIRARAK ARAR" tıpkı "AĞLARSA ANAN AĞLAR" gibidir... Pek severim.

-"ARMUT DİBİNE DÜŞER" den sıkılanlara yeni önerim: "AĞACA ÇIKAN KEÇİNİN DOĞURDUĞU OĞLAK DALA BAKARMIŞ."  :)

-Boş konuşanlar için "BOŞBOĞAZI CEHENNEME ATMIŞLAR, 'ODUN YAŞ' DEMİŞ" i gönül rahatlığıyla kullanabilirsiniz.

-Astığım astık tipler için en sevdiğim sözdür: "DELİ DELİYİ GÖRÜNCE ÇOMAĞINI SAKLARMIŞ"...

-"KEÇİYİ YARDAN UÇURAN BİR TUTAM OTTUR" irade yoksunu olanlara Ata'larımızdan gelmiş...

Liste daha uzar gider. Kısa ve öz sevdiklerimi yazdım...




5 Mart 2012 Pazartesi

Einstein'ın değil, Hayat'ın İzafiyet Teorisi o...

Görelilik kuramını 1905 yılında Einstein'ın bir makalesinde ilk kez duyan insanlar bunu bir fizik kuralı sanıp uzun uzun düşündüler. Ancak hepsi fizikçi değildi. Cisim, hareket ve zaman üçlemesi içinde bir kısır döngüye takılıp kalıyorlar, anlamıyorlardı. 


Einstein sonunda kavramı uzun formüller yerine basit bir örnekle anlattı anlamak isteyenlere.


Ve,


"Elinizi bir dakikalığına sıcak bir fırının içine sokun, sanki bir saatmiş gibi gelir. 
Güzel bir kızla bir saat kadar zaman geçirin, bir dakikaymış gibi gelir. İzafiyet budur."


dedi.


Bu basit anlatımla aydınlandı zihinler. Ve Einstein'a hak verdiler. Hakkı vardı. Zaman bazı durumlarda durur, bazılarında su gibi akardı... 


Doğumu bir mucize olan bebek için hayatının ilk 5 yılı bir göz açıp kapamak kadardı. Yoktu, boştu, bir kaç bulanık anıdan ibaretti. Oysa aynı 5 yıl, anne için bir ömür kadar uzundu. Bir bebeği beslemek, uyutmak, büyütmek, eğitmek, öğretmek ve korumakla geçen 5 yıl...


Ya da, bir insanın hastane odasında geçirdiği bir gün ile deniz kıyısında geçirdiği bir günün teknik uzunluğu aynıydı. Biri sakız gibi uzar, diğeri kelebek gibi uçar ve aynı insan genel olarak acı vereni hatırlardı.


İş sadece zamansal yanılsamalar ile de bitmiyordu. 
Duygulara gelince de Einstein'in izafiyet teoremi hükmünü sürüyordu.


Örneğin, haksızlığa uğramış bir insan için umut etmeyi sürdürmek ne kadar zorsa, şansı yaver giden için bir o kadar kolaydı. 


Sevmek, sevmeyi bilen için basit bir refleks iken, kendini bile sevmeyen için büyük bir çabaydı. 
Bonkör olan fark etmeden verir, nankör olan kendisinde fazla olanı bile vermekten çekinirdi. 
Sabrı bilene sınav iman pekiştirir, imanı olmayana sınav işkence gibi gelirdi.
Kalbinde merhamet olanı bir gülümseme eritir, içi buz tutana bin bir söz vız gelirdi.


O zaman anladı insanlar. İzafiyet dediğin şey hayatın her yerinde vardı. 


Haklıyla haksızın, mutluyla mutsuzun, zenginle yalnızın, şanslıyla şanssızın yan yana gezdiği bu garip dünyada aynı manzarayı farklı gözlerle gören milyarlarca insan vardı. 


Einstein'ın değil, hayatın izafiyet teoremi dediler buna. 


O zaman, biraz da kadercilikle birlikte, daha rahat kabullendiler...