14 Ekim 2010 Perşembe

Karar

"Karar verebilen, acıyı yener."

Goethe

Karar vaktinden geç doğan bir bebek gibi yırtarak ve hışmıyla çıkmıştı anasının rahminden. Kana bulamıştı yeri göğü. Geride acı bırakmış, sızı bırakmıştı. Gözyaşı ve feryat bırakmıştı.

Doğmadığı her gün sıkıntı olup büyümüştü içeride. Sıkıntı semirmişti gözbebeklerinde. Gitse gidemiyor, kalsa kaldığı yere sığamıyordu. Ve en sonunda işte böyle, tam da kendisinden umudu kestikleri bir günde, aniden ve acımasızca yırtmıştı etrafındaki zarı. Bir şölenden çok bir acılı tören olmuştu doğumu. Ve vaktinden geç gelen her şey gibi, yalnızlık olmuştu doğumunun sonu. Sızılı bir tekillikte, suçlanarak, akıttığı kan ve gözyaşının gölgesindeki zindanlara hapse atılarak gelmişti dünyaya. Bu yüzdendir ki, isyankâr olmuştu karar. Yalnızlığa, istenmemeye, şefkat görmemeye cevabı dik ve sert olmuştu. Karar işte böyle asi, böyle hırçın ve yalnızlığına böyle kızgın olmuştu.

Doğalı beri herkes korkardı ondan. Gelişi adeta bir tehdit, sanki düzen bozan bir tuzaktı. Ve getirdikleri bu kararın, sevgiden ve merhametten uzaktı. Tohumunun sahibi, sebeb-i mevcudiyeti olan anası bile ürkerdi ondan. Bir kere doğurmuş, sonra sırtını dönmüş unutmuştu. Karar, kan, acı ve gözyaşı ile geldiğinden ve üstüne üstük bu ızdıraplı gelişi ile yedi cihana meydan okuyarak başını önüne eğmediğinden ötürü, üvey evlattı öz anasına. Sıra dışıydı, o halde sınır dışıydı. Yalnızdı ve belki de yalnızlık bulaşıcıydı. Asiydi ve asiliği sinsiydi. Kazara çevresindekileri ele geçirebilirdi. Gelişinin dehşet saçan ihtişamında şeytansı bir görkem vardı. İşte bu yüzden çevresindekiler bu şeytandan korkardı. Karar doğalı beri, bastığı toprak kurumuş, elini attığı dal orta yerinden kırılmış, gözüyle değdiği kalp zehirlenmiş ve iblisin hançerine av olmuş gibi ve hatta veba bütün vücudunu sarmış da nefesiyle etrafı yalamış gibi, dışlanmıştı. Karar yalnız kaldıkça yalnızlık kararı yozlaştırmıştı. Daha da bilenmişti bıçağı, daha da sivrilmişti sözü, daha da beter olmuş, çığırından çıkmıştı kana bulanmış kini. Karar, anası da dahil, her insana düşman olmuştu. İnsanlar da işte böyle karardan kaçar olmuştu.

Gel gelelim, kararın da gücü bir yere kadardı. Yalnızlık zordu, asilik zordu. Görüp de sevmemek, sevip de söylememek, söyleyip de inandıramamak uçurumlu ve sancılı bir yoldu. Karar sevilmese de sevebilmeyi ve nihayetinde geç ve sancılı gelişinin alametini, getirdiği müjdeli haberlerin mahiyetini yıllarla saklamıştı öfkesinin gölgesine. Merak edip de soran yoktu. Kararın da burnu büyüktü. Bir kuytuda, bir an için de olsa sevebildiğine olduğu gibi bütün derinliği ve samimiyetiyle açık edemezdi sırlarını. Diyemezdi ki, “Ben sana iyi haber de getirdim”. Diyemezdi ki, “Benim döktüğüm kandan senin kırmızı güllerin renk bulacak”. Diyemezdi ki, “Attırdığım çığlıklar kahkahaya, döktürdüğüm gözyaşları boncuk boncuk sevince dönüşecek”. Diyemezdi… Madem soran yoktu heybesindeki gizlerini, o da söyleyemezdi.

İşte böylesi bir kaderdi kararınki. Yalnız ve istenmeyen cinsten bir hayattı sürdüğü. Kendisi de kendi beterine teslim olmuştu. Zamanla kendi sesine sağır kesilmişti kulakları. Gururu bastırmıştı kalbinden dile gelen çığlıkları. Yalnızlık aktıkça içine, içi de yalnızlaşmıştı daha beter. Beter dur demiyordu, beter yeter bilmiyordu. Karar ve Karar’sız dünya ikiye ayrılıyordu. Aralarında okyanuslar dalgalanıyor, en dik dağlar boy atıyordu.

Doğa öyle garip bir güce sahiptir ki, güneşten yağmur düşer yere. Rüzgâr bazen de yaprakları sımsıkı bağlar dallarına. Kopmayan yaprak köklenir adeta. Bazen acılar da güldürür insanı. Bazen en kötü kararlar da kaderi gül bahçesine çevirir. Bazen en istenmeyen fecaat tayfası, en gözü kara savaşçılar aslen ölümü, eceli savıyordur başınızdan. Bazen yara kanıyordur, ama kanıyla zehri atıyordur vücudunuzdan. Bazen gözlerden yaş akıyordur, yaş tuzuyla yarayı kavuruyor ama aslen kurutuyordur.

Karar bir gün, bir nehrin kıyısında açamadığı heybesi ile oturmuş suda kendi aksini seyrederken bir dalga ayağa dikilip hışımla çarptı yüzüne. Soğuk su iki koca el olup kavradı omuzlarını. Gözle görülmez, elle tutulmaz bir anda çekti aldı omzundaki heybesini, çarptı soğuk ve akıntılı sulara. Kararın heybesinden bir bir döküldü kelimeler, döküldü kederler ve döküldü değiştireceği kaderler. Nehrin sularına karıştı kararın heybesindeki giz. Oradan aktı Karar’sızların zihinlerine. Oradan bulaştı kararın sakladığı haberler nehrin karşı kıyısındakilere. Bir tatlı zehir gibi içti Karar’sızlar nehrin suyunu. İçtikçe rahatladı çatlamış dudakları, içtikçe hafifledi yürekleri, içtikçe feraha vardılar, içerek salaha erdiler. Karar’sızlar nehrin suyunu içerek bir karara erdiler. Karar’sızların en yaşlıları topladı gençleri karşılarına. Karar’sızların en yaşlıları bir fetva verdiler. Kararın zehrinin şifaya erdirdiğine, kararın acısının yarayı iyi edip, ölüyü dirilttiğine ve dahi bu aynı kararın en kör olmuş gözlere nur yağdırıp dünyayı başka bir pencereden seyrettirdiğine dair görüş bildirdiler. Karar’sızların en yaşlıları, yıllarla yerleşmiş kararsızlıklarını kararın heybesinden dökülen gizlere feda ettiler. Karar iyidir dediler. Gençler de bunu böyle bildiler.

Karar dünyaya yırtarak ve acıtarak gelmişti oysa. Kararın doğumu sancılı, sancısı unutulmaz olmuştu.

Ve bu sebeptendir ki, karara ermek, kararın gizlerine erişmek zor, ancak erdikten, eriştikten sonra kararla barışmak kolay olmuştu.
Bu yüzdendir ki, geç ama temiz olmuştu kararın temize çıkışı.
Bu sebeple karar umduğundan çok sonra ancak sandığından çok fazla sevilmişti.
Bir karar bin kader değiştirmişti.
Bir karar bin ömür uzatmış, bin derde binbir çare yaratmıştı.

Karar en sonunda Karar’sızla barışmıştı.
Karar tüm kararsızların kanına karışmıştı.
O vakit, geri dönüş yoktu felah yolundan.
O vakit, güneş yeni ve yeniden ve hiç durmadan doğuyordu…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder