13 Şubat 2011 Pazar

Emek: Bir tür "Sevmek" Demek...

"Hayatta iki çeşit trajedi vardır; biri istediğini elde edememek, öteki; elde etmek."


Oscar Wilde

Bu söz beni çok etkilemişti.
O zaman oldukça üzgün, hayal kırıklıklarıyla dolu günlerden geçiyordum.
İstediğimi elde edememiştim, kendimi yenilmiş ve umutsuz hissediyordum.

Öyle zamanlarda hep, "hayırlısı" kıvamında sözler duyarız. Yaş 33 olunca, aslen biliyorsunuz, gerçekten herşeyin hayırlısı... Ama yine de acınız öyle büyük oluyor ki, o kadrajda bir hayır göremiyorsunuz. Sadece şunu istiyorsunuz: Birisi ellerinizden tutsun ve 'Seni anlıyorum!' desin. Acınızı gerçeklesin...

İşte bu sözde böyle bir gerçeklik var. Evet istediğini elde edememek bir trajedi kimi zaman. Hayırlısı falan değil. Hayırsız bir şey işte... Ama sözün ilk yarısına canı gönülden inanan siz, diğer yandan da ikinci kısmını düşünüyorsunuz aynı sözün; Peki ya elde etmek... O da trajedi mi sahi???

İki tarafı da gördüm ben.
Elde edemedim. Yıkıldım.
Elde ettim. Havalara uçmadım...

Çünkü istenilen şey, eğer bir ayakkabı almak değilse mesela, sizi havalara uçurması için süregiden bir heyecan yaşatması beklenir. Yani her sabah 'Bugün ne olacak?' diye uyanmak, keşfedecek yeni heyecanlar bulmak gerekir. "Elde var bir" saymamak, kaybetme korkusu duymak gerekir. Ve tüm bunlar kendiliğinden olmaz, bütün bu saydıklarım için emek gerekir!

İnsan emekle aşık kalır mı? Bilmiyorum...
Ancak "Emek vermemek aşkı öldürür mü", bunu biliyorum.

Emek vermek için kaybetmekten kormak lazım.
Kaybetmekten korkmak için ise, gerçekten kıymet bilmek, yoksunluğu görmüş olmak...
Aslında gayet matematik işi duyguları korumak, dümdüz bir mantık işi...
Hele bir de kırılmışlık varsa işin içinde, o vakit, o parçaları birleştirebilmek tekrar, usta bir zeka işi!!!

Ben Sevgililer Günü'ne falan inanmam. Romantik şarkılarda, insanın gözüne soka soka hüzün bağıran filmlerde ağlamam. Eğer bir şey fazlaca ifşa ediyorsa kendini, hep sorgularım gerçekliğini... İlk sevgilime, ilk ay dönümümüzde sıkı sıkı tembih etmiştim. 'Sakın bana hemen "seni seviyorum" deme, olur mu?' demiştim. O zaman 18 yaşındaydım. Sanki hızla açık ederse duygularını, hemen elde etmiş sayarsam kendimi, yeterince sevemem onu gibi hissetmiştim. Şimdi 33 yaşındayım, neredeyse aynıyım...

Diğer yandan, küçük şeylere büyük anlamlar yüklerim ben.

Uyumuşsam üstüm örtülsün isterim. Uyanınca başucumda bir bardak su bulmak mutlu eder beni. Kitabımın arasına bir not iliştirilmişse, kalbim hızla çarpar okurken. Yüzüme karşı övülmeyi sevmem, ama sevgilim beni anlatıyosa başkasına övünerek, o zaman pek sevinirim. Düşünülmüş, çok planlanmış anlar itici gelir bana, onun yerine, hesaplanmamış zamanlarda, beklenmedik alaka çok daha makbuldür. Sevdiğim bir tatlı mesela, içimdeki kırıkları yapıştırıverir. Olmadık zamanlarda, yeniden aşka düşerim. İşte aslında, bu denli kolay "yeniden" severim.

Evet, kaybetme korkusu tetikler güzel anların altındaki ateşi.
Evet, her gün olsa tüm istediklerimiz, belki de o zaman gelir "istediğini elde etme trajedimiz".
Ama zaman zaman da yapraklarına kan gitmeli aşk çiçeğinin. Toprağı ıslak değil ama mutlaka nemli kalmalı. Güven perçinlenmeli köklerinde. Güven, geçmişe ve geleceğe dair... Emek vermek, değer görmekle ödüllendilirmeli. Emek, görev icabı değil, can atarak verilmeli...

Öğrenilmiş kalıpların dışında, içgüdülerle bulunmalı kalbe giden yollar. Ancak bulmak yetmemeli, o yollarda bıkmadan ve akıl koyarak yolculuk edilmeli.

Diyelim ki bir tünel var iki kalp arasında, dosdoğru birbirine bağlayan iki yüreği...
O zaman o tünelden illa ki muhabbet geçmeli...
Muhabbet dediğin dostla yapılan sohbet ise, sevgili en başta insana dostluk etmeli.
Öyle bir dostluk ki, tadı damakta kalan...
Her gün, biraz daha fazlasını aratan.
Her gün, aşkı yeni baştan yaratan...

3 yorum:

  1. Kaleminin de bu kadar kuvvetli olmasına hiç şaşırmadım desem !!!

    Öyle bir dostluk ki, tadı damakta kalan...
    Her gün, biraz daha fazlasını aratan.
    Her gün, aşkı yeni baştan yaratan...

    O kadar aradığım duyguları yansıtmış ki yukarıdaki dizelerin, hislerime tercüman olmuşsun...

    Hande

    YanıtlaSil
  2. Çok teşekkür ederim. Derindeki benim için çok özel. İlk göz ağrım. Arka bahçem!!! Sen de konuksun şimdi bahçeme! Tekrar hoş geldin! :)

    YanıtlaSil
  3. Gerçekten " Derinler " miş, özel olduğu yazılarındaki her kelimenden anlaşılıyor

    Bende bu güzel bahçeye hoşbuldum diyorum :)

    Fakat bu bahçe öyle hızla geçilecek, bir uğranıp kaçılacak gibi değilmiş, sandalyeme oturdum keyifle, ağır ağır sindire sindire okuyorum Derindeki'ni...

    Hande

    YanıtlaSil