13 Eylül 2010 Pazartesi

Gün

“Dikenden gül bitiren, kışı da bahar haline döndürür. Serviyi hür bir halde yücelten, kederi de sevinç haline sokabilir.”

Mevlana Celaleddin-i Belhi Rumi

Sabah ezanıyla geldi gün.

Önce buğulu, bulanık. Ardından esintili, soğuk. Sonunda berrak ve ılık.

Gün, zamanların en küçük çocuğu. Zaman ailesinin tekne kazıntısı. Asırların beşinci kuşak torunu. Mutlu yılların büyük gözlü güzel kızı. Mutsuz anların seneler sonra doğmuş tek oğlu…
Gün, kulağına adı rüzgâr tarafından umut duası ile okunmuş bulut gözlü bir bebek.
Gün saçlarını sabah güneşinin sarısından almış bir nur topu.
Gün evin sevinci, zaman ailesinin en genci…

Gün bir sabah benim elime doğdu.

Yeni doğmuş bebek gibi, korumasız, muhtaç.
“Ya bırakacağım” dedim kendi kendime. “Bırakırsam yaşanmamış yıllarının cellâdı olacağım.”
“Ya bakacağım bu bebeğe çaresiz. Benden başka kimi kimsesi yok, yazık, kimsesiz.”

Öyle ya herkesin günü kendineydi değil mi? Her koyun kendi bacağından asılıyordu. Her ateş ancak düştüğü yeri yakıyordu. Bu gün de benim elime doğdu ne yapalım. “Hadi o zaman” dedim, “Gel bakalım gün, biz seninle arkadaş olalım…”

Uzun vakit sonra anladım ki bu yeni yetme günle hemen arkadaş olunmuyor.

Önce bekleyeceksin, uzun uzun ağlayacak. Henüz doğmuş, dili yok, derdi var ama diyesi yok. Senin düzenin vardı ya hani. Şimdi yeni bir gün geldi. Seni gecede beş kez derdiyle uyandıracak. Hep sen vereceksin, hep o alacak… Yemeyeceksin, o yiyecek. Üstelik sen emek verdikçe güne, gün daha çok senin olacak. Gel görelim, o sana senin baktığın gibi bakamayacak. Bebek daha gün, ağzı var, sözü yok. Sana “Ben aslında seni güzel günlerinim. Üzülme, ben de gün gelir sana en mutlu anlarını veririm.” diyemeyecek. Hep bekleyeceksin. Uzun bir süre gün seni hep bekletecek…

Derken göz göze geleceksiniz bir gün günle. Ancak bir bebeğin berraklığını göreceksin günün gözlerinde. Yavaş yavaş o da sana sarılacak. Mesela sabahları nefesiyle uyanacaksın süt kokan... Ya da sen eve geldiğinde senin küçük gün, üzerinde beyaz bebek tulumuyla seni yerde oturarak karşılayacak. Sen onu kucaklayacaksın, o senden öğrendiği gibi senin sırtına küçük elleriyle “pıt pıt” vuracak…

Gel zaman git zaman alışacaksınız birbirinize. Sen ona yaklaştıkça, o sana karışacak. Sen onu büyüttükçe, o sende büyüyecek. Sen sevdikçe o sevilmiş her bebek gibi sana varlığıyla yetecek… Bazen kapına geliveren, hayatını alt üst eden, huzurlu uykularını varlığı ile onlarca kez bölen küçük günün yokluğundaki mutluluğuna küçümseyen gözlerle bakacaksın. Eski yılların sana sadece eski değil, eski püskü gelecek… Yarımmışım diyeceksin. Şimdi yalnız başıma günümle bir bütünüm. Sadece günümleyken ben mutlu olmakta sonsuz hürüm…

Ve emeklemeyi öğrenecek gün. Önce ellerini koyacak yere kalkmak için. Sonra yatağının parmaklıklarına tutunarak kendini çekecek yerden yukarı. Ayağa kalktığını göreceksin. Sallanacak, düşecek sanıp irkileceksin. Düşecek. Ancak her defasında senin parmaklarına yapışacak inatla. Umudu günün yeniden ve yine yerden kalkışında resmedeceksin.

İlk adımlarını korkarak atacak. Üst üste üç adım sıraladığında mucize oldu sanacaksın. Senin çabanla değil, kendiliğinden yürüdüğünde gün, sen mutluluktan ağlayacaksın. Günün hızla ve neşeyle koşmaya başladığı o an, sen yaşadığını anlayacaksın.

Geç gelecek günle dostluk.
Geç olan ama tam olan her şey gibi olacak bu da…
Bir kez dost oldunuz mu günle, artık ne gam kalır serde, ne sabahı olmayan gece.
Ne korku kalır nefiste, ne endişe.

Gün dostu olan gül bahçesinde bülbül…
Gün dostları sabah esen ılık rüzgâr gibi hür.
Gün sevenler en mertten daha mert savaşçı.
Gün düşkünleri huzur gemisinin fora olmuş yelkeni.
Gün gönüldaşları aşkın en derin yolcusu.
Gün arkadaşları yaşam seyyahlarının en kadim hancısı.

Her yeni günün, her yeni umudun, her yeni başlangıcın müsebbibi mutlak surette eski bir dert, biçare geceler, hançer yarası sonlar, kabuk tutmayan bitişler…
Bizi yeni günle kesiştiren şüphe yok ki uçurumlu yol ayrımları.
Güne dost eden, düşmandan beş beter acılar.
Yaşamayı sevdiren, hatıratı ile gönül kıran anılar.

Hepsi bir yeni gün aşkına feda olsun…
Yeni günü bize böyle sevdirecekse, her dert gelsin başköşeye otursun.
Biz gün dostlarına kül olup yeniden doğmayı öğretecekse, gece varsın aylar sürsün.
Sonunda güneş varsa, varsın dört mevsim yalnız kış olsun…
Gün bir gün dost olup kapımızı çalacaksa, varsın yalnızlık hüküm sürsün.

Nasıl olsa gün gelecek.
Kalpler nasıl olsa gün görecek...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder