19 Kasım 2010 Cuma

Görmek

"İki parmağının ucunu gözüne koy. Bir şey görebiliyor musun dünyadan? Sen göremiyorsun diye bu alem yok değildir."

Mevlana Celaleddin-i Rumi


Herkes görmek ister. Daha fazla görmek. İleriyi, geriyi, kimsenin göremediği kadar küçük detayları, gözbebeğine sığmayacak kadar büyük olayları, saklananı, üstü örtülü olup ucu azıcık açıkta kalanı, görmekle öğreteni, görmekle düzen bozanı, can yakanı... Görmek isteriz.

1608 yılında Hollanda'lı gözlük üreticisi Hans Lippershey teleskopu icat etmiştir. Böylece insan Tanrı'nın kendisine bağışladığı görmek becerisine isyan etmiştir. Teleskopun icadı ile birlikte uzakları, çok çok uzakları görmek mümkün hale gelmiştir.

Ve çok daha sonraları gece görüş gözlükleri icat edilmiştir. Ve böylelikle sadece çok uzakta olanlar değil, karanlıkta kalanlar da görünür hale gelmiştir. Karanlığın korkutucu gücüne bir isyandır bu buluş da. Bu buluşla da, insan, Tanrı'nın kendisine bağışladığı akıl aracılığıyla, Tanrı'nın yeterli bulduğu beceri seviyesinin bir kez daha ötesine geçmiştir.

Ve daha sonraları, aralardaki mesafelere rağmen görüşü sağlayacak icatlar gelmiştir. Örneğin 1923 yılında, Amerika'lı James Jargeson'un, İngiltere'nin bir kasabasında, televizyonu icat etmesi ile birlikte, artık sadece uzakta ve karanlıkta olanlar değil, başka kıtalarda olup bitenler de görünür olmuştur göze. Ve bizim şahit olduğumuz "asrın en büyük icadı" internetin keşfi ile canlı yayın araçlarına ve büyük yatırımlara gerek kalmaksızın dünyanın her yeri görülebilir, görüntülenebilir hale gelmiştir.

Tüm bu buluşlar sonrasında İnsanoğlu’nun görmek ve görünmek arzusunun göreceli olarak azalmış olduğunu düşünebilmemiz gerekir. Erişmek bu kadar kolay olmuşken, buluşmanın da bir o denli mümkün olduğunu düşünebilmemiz gerekir.

Düşünebiliyor muyuz?

Hayır.

İmkansızı başaran, evrendeki yıldızları evinden seyreden, binlerce kilometre uzaktaki sevgilisini bir tuşla karşısındaki ekrana getiren, çok uzaklardaki bir şehirde basket oynayan bir sporcunun alnından akan tere, başka bir saat diliminde, daha o ter damlası sporcunun şakaklarından süzülmemişken şahit olan İnsanoğlu’nun, görmek açlığı günden güne bilenmiştir içinde. Uzaklar yakın olmuşken, yakındakiler, sadece bir nefes uzaktakiler görünmez olmuştur. İnsan heybetli dağların tepelerini görebilmektedir şimdilerde, oysa o ihtişamlı tepelere giden ince patikalar görünmez olmuştur. Zira tarihin yazdığı ilk günlerden beri, zirveye, en tepeye, gerçekten arzu edilene giden yol, ancak kalbin gözleriyle görülebilmektedir. Ve kalp şimdilerde, kuytu bir köşede kalmış, çok eski ancak çok kıymetli bir fotoğraf makinesi gibi yenilmiştir zamane icatlara. En güzel açıyı göstermek, hayatın en yalın ve kusursuz fotoğrafını çekmek için sessizce beklemektedir...

Tanrı insanı yaratırken onlarca mucize yarattı... Uyumak örneğin. Her akşam büyülü bir kuyuya dalmak ve her sabah yeniden güvenle geri gelmek dünyaya. Akıl mesela. Atomu parçalayan, hayat kurtaran akıl... Ve sadece insan bedeninde yaratmadı mucizelerini. Doğayla çevreledi insanı. İnsanın ayaklarına serdi nimetlerini. Güneşi her sabah doğurdu, her akşam ayın ışığını güneşin sıcağınının yerine koydu. Denizleri köpürttü, dağları yükseltti. Topraktan türlü türlü ağaç bitirdi ve ağaçların dallarında sayısız lezzet yetiştirdi. Ve tüm bunları görecek, dokunacak, duyacak, koklayacak ve lezzetlerini damağımızda hissedecek duyular verdi. Önce bizi, sadece bizi ve sonra bizim için çevremizi resmetti.

Ve tüm bunlardan sonra kalbimizi, düşlerimizi ve ruh eşlerimizi yarattı... Yarattığı bunca güzellik karşısında kayıtsız ve yalnız kalmamızı istememiş olmalı. Sevmeyi, oyunun bir parçası ve hatta olmazsa olmazı olarak düşünmüş olmalı.

Görmek, duyularımızdan sadece bir tanesi... Ancak gerçekten görmek, tüm duyularla mümkün... Ve ancak kalp gözüyle görmek sevmeye eş değer...

Görmek,
Bir çocuğun gözlerindeki yardım çağrısını.
Bir dostun sesindeki ince dargınlığı,
Kardeşin dokunuşundaki sevgiyi görmek,
ve,
Sevdiğinin içindeki gerçeği görmek...

Sadece güzellikleri görmek değil,
Bazen de yaraları görmek.
İyileştirmek için, gönül gözüyle, acıları görmek.

Görmek,
Aslen çok görünür olup, sözlerin çok altında yatanı...

Görmek,
Bir an için gözlerden hızla geçen endişeyi,
Görmek, derde dert katanı...

Görmek huzuru, durgunluğun altında.
Güveni görmek yıllarla eskiyen ilişkilerde.
Görmek geleceği, elini tuttuğun dostun sıcaklığında,
ve,
Görmek korkuyu,
Sevdiğinin yokluğunda...

Görmek daha fazlasını, ve daha derini,
Ve görmek gerçek Derin'i,
Gözle değil,
Kalple mümkün...

Gönül gözüyle,
Aşkla mümkün...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder