5 Kasım 2010 Cuma

Kurşun

“…Aşk mısın, dert misin, yoksa canına susamak mı benimki?
Hayatı kovalamak mı dörtnala bu evden?
Uyudum, uyandım. Hala anlamadım...”


Kurşun namlunun ucunda bekliyordu.

Sabırsız ve müdanasızdı. Gideceği yer değildi önemli olan. O, menzilini tüketmek istiyordu. Barut Kurşunun içinde çalkalanıyordu. Bir sağ duvara, bir sol duvara çarparak ateşin kokusunu arıyordu. Ateşe değdiği an arkasına bakmadan son nefes koşacaktı. Sessizliği bıçak gibi kesecek, kaderinin kılıfını gürültüyle yırtacaktı.

Şimdi bekliyordu…

Burun delikleri açılmış, gözlerine kan oturmuş, ayaklarını toprağa sürte sürte kırmızının kışkırtıcı davetini kollayan bir boğa gibi, şimdi bekliyordu…

Beklemek mümkündü. Vazgeçmişler için, yorulmuşlar ve umudunu yitirmişler için beklemek elbette mümkündü. Ama bir Kurşun gibi, tutkularınız önce erimiş, sonra kaynamış ve koyulaşmışsa, ihtiras zihninizi zehirlemiş ve sizi namlunun ucuna elleriyle uğurlamışsa, beklemek ölümdü. Bir küçük kıvılcım için yalvarıyordu Kurşun. Gözle görülmeyecek kadar küçük, el yakmayacak kadar güçsüz bir kıvılcım ok gibi fırlatacaktı onu yerinden. Şimdi o kıvılcımı arıyordu namlunun ucunda beklerken. Kıvılcımı çağırıyordu. Kim yanmak ve parçalanmak ister? Kim çıkacağı yolu bilmeden ömrünü son hızla harcamak ve nihayet bilmediği bir vücutta sonlanmak ister? Kurşun istiyordu… Hatta sadece istemiyor, yana yakıla kendi sonunu çağırıyordu…

Ve bir anda çaldı çanlar… Bir duman, bir sis, bir giz sardı etrafı. Ateş yaladı geçti Kurşun’un yüzünü. Mahşer yerine döndü namlunun ucu. Bir çığlık koptu namlunun dudaklarından. Hani insan bazen bilir gidenin dönmeyeceğini. Bazen kapı kapanır ve yalnızlık yerleşir evin duvarlarına. Bazen en gürültülü ana sessizlik hükmeder. Deniz kabuğunun uğultusu kaplar kulakları. Bazen resim kalabalıktır ama ressam yalnızdır fırçanın ucunda. Ressam resmin kaderini biliyordur. Resmin göze en güzel hali, ressamın son fırça darbesini vurduğu an, yazının en vurucu yeri, son noktanın konduğu satırdır ama ressam resimden ayrılıyordur son fırça darbesinde ve yazar yazısı ile vedalaşıyordur aslen... Namlu da böyle hislerle Kurşun’un arkasından bakıyordu. Nereye gittiğini ve neden dönmeyeceğini bilerek…

(Aşk Kurşuna benzer. Kalbe saplanan, zihne saplanan bir Kurşun... Küçük bir kıvılcımla tutuşan dev bir yangın. O ateşin peşine düşüp yurdunu, köklerini terk eden bir gezgin. Adresi olmayan bir yolcu. Aşk Kurşuna benzer. Yolunu yürümek ister. Nefesini tüketmek ister. Işığını sonuna kadar saçmak, kokusunu bitene kadar yaymak ister. Aşk Kurşuna benzer. Menzilini son hız bitirmek ister. Girdiği vücudu kanatmak, açtığı yarayı zehriyle yaşatmak ister. Aşk Kurşuna benzer. Hızlıdır. Keskindir. Tehditkar ve tehlikelidir. Aşk Kurşuna benzer. Ateşi gördüğü anda yanmak ister…)

Kurşun böyle fırladı namludan.

Rüzgarı yırtarak koştu, koştu... Gözlerini kapattı koşarken. Kalp atışlarının hızını hissetti. Gözlerini kapattı yine. Başı dönüyordu. Sanki içi çekiliyordu. Sanki bir kuvvet onu hızla kendine çekiyordu. Sanki bir tünelde gidiyordu. Tünelin ucunda karışacaktı bir vücuda. Tünelin sonunda Kurşun akıtacaktı zehrini. Kanatacaktı değdiği yeri. Kan dolacaktı göz bebeklerine. Kanın kokusunu alıyordu. Kırmızı bir koku. Aşk kokusu…

(Aşk Kurşuna benzer. Zehirlidir. Gerçek aşk, yara içinde gizlidir. Aşk Kurşuna benzer. Bir anda bir ateş değer kalbe. Kurşun artık içeridedir. Zehir kana karışmakta, aşk kan dökmektedir. Aşk Kurşuna benzer. Ömrü boyunca namlusundan ayrılmayı bekleyen, namluyu terk ederken geri dönüşü olmayan bir yola girdiğini bilmeyen Kurşuna benzer aşk… )

Ve,

Kurşun ok gibi fırladı namludan,
Aşk bir anda ezdi mantığı.
Kurşun ansızın saplandı kalbe,
Aşk nehir oldu, çağladı geceden, vardı gündüze.
Kurşun akıttı zehrini vücuda,
Aşk, zehirli bir sarmaşık gibi, sarıldı umuda.

Kurşun son hızla fırladı namludan,
Aşk son sürat kapladı dünyayı,
Aşk kör bir Kurşun oldu,
Kanattı, kanattı ve kanattı yarayı…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder