8 Ağustos 2010 Pazar

Bilgelik Okyanusu'nda Tekne Turu...

Dalai Lama "Bilgelik Okyanusu" demekmiş.

Ben şimdi bu sözün içine gizlenmiş olan anlam pekişmesini düşündüm.
Bilgelik zaten derin, uçsuz, sonsuz bir kavramken, yanına okyanusu alarak, duyanların gönlünü şefkatli elleriyle bir anda yerin fersah fersah altına çeken bir girdap oluveriyor. Böyle bir kavram karşısında, altında yatan anlamları bilmeseniz de, bir teslimiyet duygusu ile örülüyor dört yanınız. Hani deniz kenarında dalgalarla oynarken çok büyük bir dalganın geldiğini görür, cüssenizin gelen dalgaya karşı durma ihtimali olmadığını küçük bir anda içselleştirir ve o büyük dalganın içine ancak nasıl teslim olmanız gerektiğini hesap edersiniz ya. Tam da böyle bir şey...

Gelin bilgelik okyanusunda küçük bir yelkenli ile gezelim şimdi.
Yüzeyinde olsak da, gücünü, serinliğini, berraklığını, eğer içine atlasaydık bizi nasıl sarıp dolduracağını, azıcık bir çabayla bizi nasıl yüzeyde tutacağını yelkenlimizin altına vuran küçük dalgalarda hissederiz belki...

Dalai Lama Tibet halkının ruhani liderlerine verdiği isimdir. Bir de gerçek isimleri var. En sonuncusunun ismi Tenzin Gyatso. Efsunlu ülke Tibet'in kuzeydoğusunda 6 Temmuz 1935'de onbir çocuklu bir ailenin altıncı çocuğu olarak doğdu. Fakir bir ailenin zengin, çok zengin çocuğu...

13. Dalai Lama ölmeden önce bir sonraki Dalai Lama'nın nerede ve hangi vücutta reenkarne olacağına ilişkin bir rüya görür. Rüyasını kurmay rahiplerine tasvir eder. Ölümünden sonra o çocuğu tüm ülkede arayarak bulmalarını vasiyet eder. Rahipler 13. Dalai Lama'nın ölümünden sonra bütün ülkeyi gezmeye koyulurlar. Köyleri dolaşırlar. Evlere girerler. Sonunda Tenzin Gyatso'nun evine ulaştıklarında rüyanın resmi ile karşı karşıya kalırlar. O vakit iki yaşında olan müstakbel Dalai Lama rahiplerin elindeki sihirli nesneyi tanır. Düşünsenize iki yaşında bir çocuk... Biz iki yaşındakilere çocuk bile demeyiz. Bebek deriz. Rahipler yeni Dalai Lama'ları karşısında saygıyla eğilirler. Onu dört yaşında Lhasa'ya, kendisine ait olacak bin odalı sarayına getirirler. Dört yaşına kadar beklemelerinin sebebi Dalai Lama da olsa bir çocuğun sevgiyi ancak ailesinden öğrenebileceği gerçeğini sessizce kabul ediyor olmalarından olsa gerek...

14. Dalai Lama yine ondört yaşında ülkenin tüm yönetimini resmen eline alana kadar bilgelik yolculuğunda sabırla yürür. Kitap okur, pek çok dil öğrenir. Bilgeliği doğumuyla kendisine bahşedilen bir olgu olarak görmediği kesin. Bilge olmak için emek verir. En çok sevmeyi, merhamet etmeyi öğrenmek için... İnsan yaşayacağı hayatta en yoğun olarak hangi güce gereksinim duyacağını hissedebiliyor olmalı. Dalai Lama'nın hayatı için "merhamet eden tarafta kalabilmek gerçekten zor olmalı" diyebiliriz.

İşgal edilen bir ülkenin lideri olmak, savaşacak silahınız, silah tutabilecek çok adamınız yoksa ve siz adamlarınıza yüzyıllardır savaşmanın dövüşmek olmadığını öğrettiyseniz, çok zor olmalı. Biz örneğin, son damlasına kadar ölmüş, öldürmüş ataların çocuklarıyız. İzmir'de düşmana ilk kurşunu sıkan Hasan Tahsin bizim ilkokul kitaplarımızın kahramanıdır. Dalai Lama ondört yaşında ülkesi işgal altına alındığında onbinlerce adamını, kardeşini, savaşmamayı seçerek kaybetmiştir. Onbinlerce sevgi şehidi... Ruhları şad olsun.

Yirmidört yaşında Himalayaların üzerinden günler süren sefil bir yolculukla Hindistan'a ulaşmıştır. Tibet için Tibet'ten kaçmak. Vazgeçmemek için vazgeçmek zorunda kalmak. Üstelik insani duygularla, zorunda kalmış olmanıza sebep olan kişi, fikir ve kaderinize küsmeden. Her gün aynı güçle inancınızı pekiştirerek. Biz olsak isyan ederdik. Değil mi?

Tam 51 yıldır sürgünde yaşıyor.
Tibet onun gönlünde bir sevda, bir dava, bir yara olmalı...
Davasını, özlemini, yarasını sevgi ile sarmıştır.
Sevgiden çok merhamet etmenin sihrine inanmıştır.

"Merhamet" sözü Türk Dil Kurumu'nun Büyük Türkçe Sözlüğü'nde şöyle açıklanıyor:

"Bir kimsenin veya bir başka canlının karşılaştığı kötü durumdan dolayı duyulan üzüntü, acıma."

Yani Dalai Lama içinden şöyle düşünüyor:

"Ey iktidar hırsı, güç takıntısı olan,
Ey hükümranlığın can almakla olabileceği yanılsamasına inanma cehaletinde boğulan,
Ey sevgi denizinin tuzunu derisinde hiç hissetmemiş,
Ey merhametin şehvetli sarhoşluğunu hiç tecrübe etmemiş,
Ey yüzmeyi sığ sularda çimmek olarak gören,
Ey para ile sevgiyi aynı denklemde çarpıp böldüren,
Ve bu kötü durumla karşı karşıya kaldığının ayırdında dahi olmayan canlılar;
Size acıyorum!"

Bunları böyle de söylememiştir üstelik. Ne de olsa acımak da bir burnu büyüklük duygusu barındırıyor içten içe. Ama ben onun yerine söyledim şimdi. Günahı boynuma...

Biz sabır ile tevekkülü en büyük erdem olarak öğrendik. Dinimiz, töremiz, ata sözlerimiz böyle söyledi. Başına bir kötülük gelirse, sabret. Kaderine sığın. Senin gücünün yetmediği noktada Yaradan'a sığın. Zamana teslim ol. Sabırla acın azalacak. Küllenecek...

Şimdi bu öğretinin aslında ne denli edilgen olduğunu düşünüyorum. Sabretmek eşittir kabul etmek. Tevekkül eşittir kaderine boyun eğmek. Bazen de bir şeyleri değiştirme yetinin olmadığı gerçeğini zihnine nakşetmek.

Oysa merhamet etmek öyle mi?

Merhamet, içinde bulunduğun duruma teslim olmaktan çok, başına gelen kötülüğe "bir gün büyüyecek, sığlığının farkına varacak ve mutlaka bir gün doğru yolu bulacak bir çocuk" gözüyle bakabilmekmiş. Çocuklara nasıl bakarız: anlayış, sabır, kendi kendilerine yetemeyeceklerini bilmenin verdiği gizli acıma duygusu ve sevgi ile. Dalai Lama da tam böyle bakıyor işte kötülüklere; Merhametle...

Dalai Lama 10 Aralık 1989'da barışçıl politikaları sebebiyle Nobel Barış Ödülü aldı.
Benim kalbimden ise kocaman, yeşil, huzurlu ve hafif rüzgarlı bir arsa. Zihnimden de büyük bir yük aldı. Üzüntülerime, üzüldüklerime merhamet edebilme yolunda bana büyük bir ışık yaktı...

Düşünsel, tensel, maddi veya ebedi manada "Aşk"ı tanımlamak için sadece bir kelimem olsa "Hayranlık" derdim.

Hayranlıkla anıyorum...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder