7 Ağustos 2010 Cumartesi

Falcı

Falcı'nın yanına girmeden önce bir on dakika kadar beklemişti Derin. Beklerken içinde meraktan çok hüzün hissetmişti. Hani insan kendisini her zaman alışık olduğundan bir kademe geri düşmüş hissettiğinde -bu geçen gün içtiğiniz İtalyan şarabı yerine şimdi biraz daha az iyisini içmek de olabilir- garip bir ayrı kalmışlık duygusunun içine düşer ya, işte öyle bir durum. "Eski mutlu günlerimde olsam, burada ne işim var" diye düşünmüştü herhalde. Kim bilir?
Hüznünü savdı. Ellerinin terlemesine yine de engel olamadı. Hani telkinler işe yarıyordu? Sürekli içinden "Mutsuz olacak bir şey yok. Korkacak bir şey yok" demesine rağmen su içinde kaldı elleri. Seneler sonra bir gün tesadüfen öğrenecekti bilinç altının negatif komut almadığını. O zamanlar bunu bilmiyordu. Ellerinin terlemesini kesmek istiyorsa "her şey iyi olacak" demesi yeterli geliyordu. Ama mesela ben o sıra Derin'in yanında olsam bu küçük gerçeği dahi söylemezdim ona. Dışarıdan bile bakınca Derin'in hayatında her şey iyi olacakmış gibi durmuyordu. Bazen de insanları mutsuzluklarıyla yüz yüze bırakmak gerekir. Birbirleriyle tanışsınlar, birbirlerine alışsınlar diye... Ne de olsa iki kadim dosttur onlar. Hayatın uzun yolunda pek çok kez karşılaşırlar. İnsanın mutsuzluğuyla da oturup bir çay içecek muhabbeti olmalı.

Derin son altı ay içerisinde üç büyük kayıp yaşamıştı. Önce bir sabah uyandığında diğer yarısına yapılan haksızlığa şahit olmuş, şok yaşamış, hayatın adaleti olabileceğine olan inancını kaybetmiş, ardından dünyada onun için güven ve adaleti simgeleyen insanı kaybetmiş ve en son ve en travmatik olanı Derin hayallerini kaybetmişti. Bir de (aslında) biraz sağlığını kaybetmişti. Midesinde yara bulmuştu doktorlar. Aynı gün Derin'e sigarayı yasakladılar.

Derin tüm bu karmaşanın içinde garip bir hafiflik hissiyatıyla sanki oradan oraya yürümüyor, koşmuyor ama esiyordu. Bugün de rüzgarla birlikte bu Falcı'ya gelmişti işte Derin.

Falcı az sonra yanına geldi. "Seni alayım" dedi. İnsan doğaüstü güçlerinin olduğuna inandığı insanların yanında pek itaatkar oluveriyor. Derin sessiz adımlarla takip etti.

Kadının yüzünü tarif edemez. Ama ellerini unutmuyor. Beyaz, kemikli, ince bilekli eller. Hayata dair onca şey bilmek ve söylemek için daha ağır bir kalıbın olması beklenir. Bu eller incecik...

Kartları karıştırdı, Derin'den bir kaç kez kartları kesmesini, sonra bilmem kaç tane kart seçerek yan yana dizmesini istedi.

"Kızım" diye başladı Falcı. Derin şaşırdı. En fazla bir kaç yaş büyüktür Falcı ondan.
"Bir yolculuğa çıkmışsın" dedi. Derin Londra'yı düşündü içinden. "Deniz aşırı bir yol görüyorum. Ama ulaşamamışsın. Senin yelkenlin kara göründükten sonra geri dönmüş. Sen bu adaya adım atamamışsın." Derin sustu. Köşesine çekildi.
"Yollar bazen bizim bilmediğimiz bir anda bitiverir. Senin de yolun bitmiş.Geri dön." dedi.
"Geri dönmek zordur" diye devam etti. "Geri dönmek için aynı yolu geri yürümen gerekir. Bak zor olan bu işte. Geri yürürken o yola bıraktığın izlerin hepsine şahit olacaksın. Dallara umutla bağladığın beyaz kumaş parçaları, gölgesinde oturup dinlendiğin ağaçlar, soğuk suyundan kana kana içtiğin aşk çeşmesi, gece izlediğin yıldızlar, sabah seni uyandıran kuş sesleri, yani kısaca anılarının hepsi orada. Sen şimdi hepsinin içinden elleri bağlı, acının utancı ile başını önüne eğmiş bir tutsak gibi geçeceksin. Ancak unutma ki böylelikle başladığın noktaya gelirsin. Ve ancak o noktaya geldiğinde ellerindeki bağlar çözülecek. Hani şu seni efsunuyla kör eden yol ayrımına. Sen kör olmuşsun kızım. Ama keşke gözün görmese, senin gönül gözün kör olmuş. Yazık..." dedi.

Sonra koltuğunun ucuna doğru hareketlenip Derin'in kulağına eğilerek "Senin gönül gözünü açacağım. Ama sen de benim söylediklerimi harfiyen yapacaksın" dedi.

"Her gece yatağa uykun gelmeden yirmi dakika önce girmeni istiyorum. O yirmi dakikada hatırlayabildiğin en eski zamanlardan bu yana senin için vazgeçilmez olan yirmi kişiyi düşüneceksin. Lütfen birisine çok takılıp kalma. Diğerlerine de zaman kalmalı. Önce kişiyi düşüneceksin, sonra yüzünü getireceksin gözlerinin önüne, sonra seni mutlu etmek için yaptıkları en büyük şey neydi onu hatırlayacaksın, sonra o kişinin sayfasını kapatacaksın. Diğer kişi ardından gelecek. Ve bu alıştırma tam bir ay sürecek. Senden her gece bunu yapmanı istiyorum. Kişilerin sırası, ismi yeri istediğin gibi aynı da kalabilir, değişebilir de. Özgürsün."

"Tam bir ay sonra bana gel" dedi. "Şimdi git".

Sonra sanırım tutamadı kendini, "Ama zor" dedi. Derin de, o da "zor"un neye atfen söylendiğini bildiler...

Derin ilk gece arkadaşlarının yanından erken kalktı. Evine gidip yatağına uzandığında çocukluğundan başlayarak alıştırmayı sonuna kadar getirdi. Alıştırmanın sonu hep aynı kişi ile bitiyordu. Özgür defterin son yaprağı oluyordu. Özgür, onun yüzü, onun  Derin için yaptığı en güzel şey. İlk günlerde alıştırma kolay oldu...

Bir hafta sonra defterden sayfalar kopmaya başladı. Mesela ilkokulda en samimi arkadaşı olan Gökçe düştü defterden. Derin onunla ilgili dördüncü güzel hatırasından sonra tıkanmıştı. Yok, hatırlamıyor! O vakit attı Gökçe'yi defterden. Alıştırmanın hızını kesemezdi. Falcı bir kişiye çok takılma demişti. Derin Falcı'nın her sözüne riayet etti...

Sonra sırasıyla ilk erkek arkadaşı, lisedeki sıra arkadaşı, neden çok sevdiğini bilmediği ilk müdürü düştüler defterden. Düşüşlerinin sebebi mutsuz anılar değildi. Mutlu anları çok birikmemişti demek ki...

Zaman dolup Derin'in zihin defteri Falcı'ya kontrole gitmeye hazırlandığında Derin bu defa elleri terlemeden dikildi o apartman kapısında.
Falcı da merak etmiş olmalı, Derin'i hiç bekletmeden aldı yanına.

"Anlat" dedi. "Defterinde kimler var?"
Derin saymaya başladı. "Annem, babam var. Ağabeyim, yengem, yeğenim var. Sanırım beş etti. Teyzem var. Kuzenim Selin var. Necla var. Didem var. Pınar var. Seyhan var. Sanırım onbir etti. Bir de Özgür var. Sanırım eksikleri tamamlayacak kadar Özgür var."

Falcı yüzüne gülümseyerek baktı.

"Kızım" dedi yine. "Bu defter senin anı defterin değil, bu defter senin yazı defterin. Alınyazısına inan kızım. İnsanlar hayatımıza öylesine girmiyorlar. Kader Allah'ın yazdığıdır. (Allah'tan bahsederken omuzlarını düşürmüş, sanki küçülmüştü Falcı.) İnsan kaderini reddedemez. Buna gücü yetmez. Madem bu defterde bu isimler var, sen de onları taşıyacaksın. Ama sırtında değil, kalbinde taşımayı bileceksin. Kim ki senin sırtına yük oluyor, onu oradan hemen kalbine indireceksin. İnsan sırtında taşıdığını sevemez kızım. Ama kaderini de reddedemez. Bu defterdekiler senin kaderin. Madem kala kala onlar kaldılar senin defterine yazı olarak, onları kalbine indir."

"İşte bu yüzden" dedi. "O yolu geri yürüyeceksin." "Yol ayrımına yeni baştan geldiğinde artık sırtında yük olmadan karar vereceksin." "Yine yanarım, yine aynı yola dalarım diyorsan kızım, o zaman Rabbim seni bu ateşte yanmaya yollamış der seni o yola uğurlarım. Ama unutma, aynı ateşte iki kere aynı şekilde yanamazsın. Derin hissizleşmiş olur, ikincisinde aşkından çok yanan canın olur." "Ah kızım, acımız neredeyse, canımız orada..."

Derin sarsıldı. İnsan böyle zamanlarda ya bir kaç umut, ya bir kaç umutsuzluk duymak istiyordu. Oysa Falcı ona sabır, tevekkül öneriyordu. Özgür'ü unutmamayı salık veriyordu. Sevmeyi, taşımayı ama bu yükü sırtında hissetmeden, sırtına yük yerine kalbine güç yaparak...

"Yapamam" dedi Derin.
O gece uyumadı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder