6 Ağustos 2010 Cuma

I will (won't) survive!

Mekanların en hırçın şarkılarındandır "I will survive".
İlk melodisinin duyulması ile birlikte büyük bir "kırık kalpler yumağı" yapıverir çevresindekileri. Kim, nerede, kaç yaşında olursak olalım bir anda buluveririz kendimizi şarkının orta yerinde. Şimdi bu fazlasıyla komik geldi bana.

Neden mi?

Bu kırık kalpler klübüne üye olanlar öyle çeşitlidir ki. İşyerindeki astığı astık, kestiği kestik patronunuz, karşı komşunuzun çok sessiz görünen solgun kızı, en özgür ruhlular, kendini hayatı boyunca platonik aşklara mahkum etmiş melankolikler, yaşı 60'ı geçmiş teyzeniz, yaşı henüz 15'e gelmemiş yeğeniniz. Hepiniz bir melodi ile artık aynı derneğe üyesiniz: "Kalbi yapışmamışlar derneği". Komik...

İnsan Gloria Gaynor'un sesinden ve şarkısında söylediklerinden gözünde dünyayı tek kalemde yakmış geçmiş güçlü bir kadın tahayyül ediyor. Oysa yine aynı insan bir derdini unuttuğunda -ki unutmak nedir biliyorum- öyle haykırarak ilan etme gereksinimi duymaz dünyaya. Unutursun gider. Ne öfke, ne mutluluk... Unutmak sessiz bir duygudur.

Kim nerede, kime, neyi bir bağırış ile aktarıyorsa, bilin ki o durumla ilgili bir derdi var. Pazarda domates satan adamın domatesi satmakla ilgili, her gün aynı canlı cümlelerle ne kadar mutlu olduğunu etrafına anlatanın mutlu olmakla ilgili, gece bir barda yalnızlığın mutluluğunu gözlerini kapatarak haykıranın yalnız olmakla ilgili bir derdi var...

Eğer Gloria Gaynor esmer bir Türk kadını olsaydı, şarkı şunları söylerdi:

"Go on now go walk out the door (Don't go now, don't go)
just turn around now (Don't turn around now)
'cause you're not welcome anymore ('cause you're still welcome more and more)
weren't you the one who tried to hurt me with goodbye (you weren't the one who tried to hurt me with goodbye)
you think I'd crumble (you couldn't think I'd crumble)
you think I'd lay down and die (you couldn't think I'd lay down and die )
Oh no, not I (Oh no, not I)
I will survive (I won't survive)
as long as i know how to love (as long as I don't love you)
I know I will stay alive (I know I won't stay alive)
I've got all my life to live (I've got no more life to live)
I've got all my love to give (I've got no more love to give)
and I'll survive (I won't survive)
I will survive (I won't survive)

Komik değil mi? :)

Gloria Gaynor'u arkası kırmızı pullu bir perde ile bezenmiş yeşil ışıklı bir gazino sahnesinde, elinde altın mikrofonu, başını acıyla yana eğmiş, gözlerinde yaşlarla bu şarkıyı söylerken hayal ettim ben. Arabesk versiyonu bu olurdu herhalde bu şarkının.

Ama yüzlerce insanın aynı anda haykırarak öfke boşalttıkları, sözde unutmuşluklarına minnet duyup, aslında unutamamışlıklarına isyan ettikleri, duygularından bir yara topu yaparak eski aşklarının hayatına fırlattıkları versiyondan daha fazla arabesk değil... Hatta ne düşünüyorum biliyor musunuz? Belki bu tasvir daha arabesk değil, ama daha acıklı!

Aşk acısının pasaportu yok.
Her yerde aynı şey.
Gloria Gaynor Türk ve Amerikan versiyonlarında aynı duyguyu aktarmaktadır.
Her iki versiyonda da eski aşkının acısıyla kıvranmaktadır.

Tercihi size bırakıyorum.
Neşeli ya da hüzünlü bu yol yürünecekse yürünecek.
Siz şimdi toz kondurmayacaksınız acınıza. Şarkılar sadece "siz ve o" için varmış gibi düşüneceksiniz. Sonra bir gece, bir barda kafanızı çevirivereceksiniz yanınızdaki boylu poslu adama. Onun da sizinle aynı şeyi mırıldandığını fark edeceksiniz. Böyle olunca anlayacaksınız ki yalnız değilsiniz. Sizin prototip acınız da yaldızlarını döküverecek o anda. Kalabalığın içinde ilk kez o an eriyeceksiniz...

Benim tercihim ne mi? Ben şu sıra Gloria Gaynor'u Amerika'lı seviyorum. Sonrasına garanti yok! :)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder