6 Ağustos 2010 Cuma

Varmış

Sevdiğim bir yazar bir kitabında hayatım boyunca unutmadığım ve unutmak istemediğim şu satırları söyler:

"İnsan hayatının en acıklı zaman dilimi, kişinin kaderinin değiştiği an ile, kendisinin bunu öğrendiği an arasında geçen zaman dilimidir."

Gerçekten çok garip...

Bundan yıllar önce bir şeyi çok istedim.
Küçüktüm, annemlerle yaşıyorum.
Her gece en az bir saat dua mesaim var dileğim için. Yatağa erken giriyorum dua faslına soyunarak. Parmaklarımla sayıyorum, saya saya artık uykum geliyor, uyuyuveriyorum.
Ne zaman sonra anladım ki o efsunlu uykular ondan sonra yaşananların yanında yöresinde göreceğim en huzurlu zamanlarmış.

Dileğim tuttu.
Kahve fallarındaki gibi iki vakte kadar...
Tam iki aylık bir süreç sonunda havalara uçtum. Cildim parladı, rengim yerine geldi. İştahım öyle arttı ki, şimdi resimlerime bakıyorum, o dönem artı mutluluk artı kilo olarak dönmüş bana. Eskiler olsa sağlık fışkırıyor derledi böyle durumlarda. Ben yanakları toparlak bir kız çocuğu görüyorum.

Mutluluğa erdikten tam yedi ay sonra işlerim ters gitti. Üstelik benden tamamen bağımsız olarak... Edilgen bir terslik içine düştüm. Ve yine üstelik ben bu gerçekle yüzleştiğimde durumun üç aydır benden saklandığı gerçeğini gördüm. İşte tam bu dönemde başladı zamanda geri dönüşler.

Aslında ben geçen hafta arkadaşlarımla dışarıda eğlenirken de bu varmış.
Bir ay önce sinemaya gittiğimde de,
Ondan bir ay önce kendime yeni bir elbise alıp üstüne keyif kahvesi içtiğimde de varmış.
Dün annemle seyrettiğimiz dizinin içine gömülmüşken ben, meğer benim hayatım da başka bir senaryonun içinde akıp gidiyormuş.
Geçen Çarşamba günü sevgilimle gittiğimiz boğaz kıyısındaki yemek sırasında da mutsuzmuşum aslında.
Mutsuzluk bana gelmiş, sadece ben uyanana kadar zili çalmamış, kapıda beklemiş...

Şimdi de sorguluyorum bunu ara ara...
En mutsuz anlarınız aslında mutsuzlukla yüzleştiğiniz anlar değildir. Sonrasında kendinizi ne kadar zamandır kandırdığınız ortaya çıktığında yüzleşmek zorunda olduğunuz anlar, onlar en acıklılarıdır...

Şimdi elimde bir değnek olsa, insanların düşüncelerini görmek isterdim.
Çok kalabalık yazıları olan karikatürler olarak değil elbette. Öyle olsa sıkıcı olur. Ama mesela kafalarının üzerinde küçük balonlar olsa. Balonların da renkleri...

Örmeğin:

Kafasının üzerinde kırmızı balonu olanlar: Üç vakte kadar sizi heyecanlandıracak.
Turuncu balonla gezenler: Üç vakte kadar sizi sevindirecek.
Sarı balonu olanlar: Üç vakte kadar sizi arayacak.
Balonu mavi olanlar: Üç vakte kadar size hislerini anlatacak.
Mor balon sahipleri: Üç vakte kadar birlikte çok eğleneceksiniz.
Yeşil balonlular: Üç vakte kadar sizi ağlatacak.
Siyahlar: Üç vakte kadar bu kişi tarafından çok üzüleceksiniz...

O vakit bilirdik.
Sevenleri, heyecanlandıranları yanımıza alır,
Arayacakları, anlatacak sözleri olanları hevesle bekler,
Kalp kıracaklarla ağlatacaklardan çok uzağa giderdik.

Mekanizma bu:

Her şey bir plan dahilinde oluyor. Siz sadece o planın ne olduğunu ve sizin planın neresinde olduğunuzu bilmiyorsunuz.
Bu durumda diliniz yanana kadar, acınız sönene kadar, bir gün yine gülene kadar bu acıklı dönemi yaşıyorsunuz...
Ve bir gün kendiniz bile şaşırarak tekrar gülüyor, kendinizi gömleklerinizin kollarını hayata tekrar sıvarken buluyorsunuz.

Bu yazıya güzel sözü ile ilham veren, her satırına hükümran olan yazara...

Saygıyla...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder