5 Ağustos 2010 Perşembe

Durunca düşmek

Annem der ki, fırtına vadiden geçerken değil, ovaya çıktığında yıkarmış kökleri yüzlerce metrekareye yayılmış dev cüsseli enerji nakil hatlarını... Ard arda domino taşları givi devirir, yerle bir edermiş. Vadideki kayaları hırçın bir sevgiyle okşayıp geçen fırtına, düzlüğe çıktığı vakit her yeri tarumar eder kendi de bitiverirmiş...

Gelin buna durunca düşmek, durunca düşürmek diyelim.

Bir bebek doğduğunda doktorlar, dili olmayan, derdini söyleyemeyen, derdinin ne olduğunu bile bilmeyen, hatta kendisine dert yaratan aç midenin bile kendisine ait olduğundan haberdar olmayan bebeklerin tek ilacının rutinler olduğunu söylüyorlar.
Yani her gün aynı saatte emzir, emzirdikten sonra aynı hareketlerle gazını çıkart, mutlaka benzer zaman aralıklarında uykuya yatır, her gün aynı saatte suya sok, aynı saatte camdan dışarıyı seyretsin, aynı saatte birilerinin onunla oynayacağını bilsin.

Bir bebeğin saatin bile ne demek olduğunu öğrenmeye daha yılları olduğunu düşünürsek bu telkinler insana başta garip geliyor. Oysa çok basit. Böylelikle bebeğin güveni sezmesi, kendisi ile düzenli aralıklarla ilgilenileceğini hissetmesi hedefleniyor.

İş biz yetişkinlere geldiğinde ise şu açıklama yapılıyor:

Bu dünyanın beter taraflarına katlanmak istiyorsan rutinlerin olsun.
Canın sıkkın da olsa sabah 7'de kalk.
Oflana poflana da olsa traş ol.
Kadınsan "Bu saatte yüzümde makyajın ne işi var, daha yanağımdaki yastık izleri duruyor" demeden yüzünü boya.
Ortalama hızın 25 kilometreyi geçmese de bin bir araca işine yollan.
Kahvaltıyı geç de etsen, öğlen yemeğini atlama.
Akşam "Televizyonda seyredecek ne var ki" diye umutsuzlansan da koltuğuna kurul.
Sevgilin varsa akşam yatmadan konuş. Ya da yanındaysa mutlaka yataktaki yerinde onunla buluş.
Sevgilin yoksa illa ki düzenli hobilerin olsun.
Yatmadan uykun yoksa belki yarım saat kitap okursun.
Haftada iki gün mutlaka spor yap.
Ailene vakit ayır. Tercihen haftanın bir günü bir akşam yemeğinde...
Hafta sonları en az bir kez sosyalleşme ihtiyacını karşıla. Artık rüzgar nereden eserse.
Düzenli aralıklarla sarhoş ol.
Düzensizliğin bile mükerrer olsun.
Düzensizliğinin içinde bile mutlaka bir düzen oturtursun.

Yoksa, diyor doktorlar, biz yetişkinler bir gün bir bakmışız, dünya bir yana dönerken biz diğer tarafta düşmüş kalmışız.

Buna durunca düşmek demiştik değil mi?

Ben de kendi örneklerimi düşündüm hemen.

10 yaşında özel okul sınavlarına girmek için üzerimde bahis oynandı. Denek gibi sabah ders, öğlen dershane, akşam evimizdeki ders kitapları arasında döndüm.
11 yaşında neredeyse disiplin canavarının görünmez heykelini Atatürk büstünün yanına dikecek bir okula yazıldım. Hayatta biyoloji öğretmenimden korktuğum kadar kimseden korktuğumu bilmiyorum. Sözlüye kalktığımda yaşadığım şeye şimdilerde panik atak deniyor. Üstelik panik var ama atak yapmaya bile cesareti yok. Zavallı paniğin içinizdeki duvarlara vura vura kafası gözü yarılıyor...
18 yaşında üniversiteye girdim. Girmeden önce yaşadıklarımı ne siz sorun ne ben söyleyeyim.
22 yaşında mezun oldum. İlk işimin yine ilk gününde beni odaya çekip "Cehenneme hoşgeldin!" dediler.
Aynı sene cehennemde olduğuma ikna oldum. İlk hafta kendimi emekliliğime kaç gün, kaç saat, kaç dakikam kaldığını hesaplarken buldum.
33 yaşına kadar akıntıya karşı yüzdüm, rüzgara karşı koştum.

Bu arada iki büyük acı yaşadım.

İlk acımın yarasını kendi ellerimle sardım. Ama durmadım. Kabusumdan son sürat giden bir arabanın arka koltuğundan kafamı dışarı çıkarıp rüzgarı yüzüme çarptırarak uyandım.

Ancak tam hayatım düzlüğe çıktı dediğim anda ikinci acı geldi.
Bir yaz günü zaman durdu benim için.
Ben de o yaz günü duran zamanla birlikte durdum.
Düşüşüm işte tam o güne denk gelir...

Düştüm çünkü benim fırtınam da ovasına çıkmıştı artık. Dar vadilerde kayalarla savaşmış, yeşil çimenlerin büyüsüne kapılmıştı. Gözüne bir ağaç gölgesi kestirmiş, hayatın telaşından kaçıp o gölgede yıllarca huzurla uyumak için niyeti bozmuştu. Düştüm çünkü benim gözümde o ovada koşturma son bulmuş, dünya yer çekimsiz olmuştu. O ova barış ovasıydı. Silah yoktu, kalkan yoktu, ateş yoktu. Bu yüzden o yaz günü çıkan savaş benim ordum için kanlı oldu. Koşmaktan vazgeçip durmayı seçmiş savaşçılarım o ovada yumdular umuda gözlerini...

Diyeceğim o ki;

Koşmaya paha biçilemez...
Rutinler ise altın değerindedir.
Sabah kalkmak iyidir.
İşe gitmek, giderken aralarda sıkıcı reklamların olduğu bol konuşmalı, az eğlenceli radyo programlarını dinlemek sağlık doludur.
Öğlen olduğunda acıkıyorsanız, lütfen rejim yapıyorum diyerek geri durmayın bir büyük pizzayı mideye indirmekten. Öğlen yemeği saati öyle anlamlı ki...
Akşam yapacak işiniz mi yok? Derdiniz yoksa parti vermiş kadar eğleniyorsunuz, sadece farkında değilsiniz. Arkadaşlar varsa hemen bir bira açın, sıcakta iyi gider. Yalnızsanız bir pijama partisi yaşayan kalbinizle baş başa. Az sonra uykunuzun geleceğini bilmek mucizevidir.
Sevgiliniz sizi aramadı mı? Siz arayın gitsin. Her gece atılan sıradan "iyi geceler" mesajları inanın aşk dolular, tutku dolular.
Kitap okumak sıkıcı mı geliyor. Hemen kalkıyoruz yataktan, bir sigara yakıp camın önünde içiveriyoruz.
"Saat gece yarısını geçti, sabah nasıl kalkacağım?" diye düşünmeden boş boş televizyon seyrediyoruz.
"Daha yarın Çarşamba" demeyin sakın. Beter Çarşamba'lar var.
Hafta sonu gelsin diye beklemek ne demek, onu anlatmayacağım size. Çok kıymetli olduğunu biliyoruz. Benim için de uzun süre olduğu gibi Cumartesi sabahlarını çok seviyoruz...

Ama asla durmuyoruz.
Hayallere saf saf teslim olmuyoruz.
Kalkanları o kadar indirmiyoruz.
Hayat size camdan usta atışçıları ile ateş açtığında ancak koşuyorsanız kurtulma ihtimaliniz var, unutmayın.

Ne dedik? İnsan koşarsa değil, durursa düşüveriyor.

Dengede kalmak için koşmak gerekiyor.

Devam...

2 yorum:

  1. Kıymeti çok bilinmeli içinde sürprizler saklayan rutinlerin..onlar olamasa sürprizler olmazdı..başarı ve güzellik detaylarda gizlidir..rutinleri yaşayarak uzanırız detaylara..bir bir ..ilmek ilmek..dantel gibi..

    ve kıymeti bilinmeli uzatılan sevginin..tüm kararsızlıkları,korkuları,yalnızlığı..gece gibi örtüp koynuna sakin bir liman gibi alan sevginin..

    En güzel kırmızılar '' ateşte açan çiçeklerdir ''

    sevgi kırmızıdır,beyazdır,mavidir,mordur..sevgi gökkuşağıdır..büyüsü altından geçeni alır içine..


    Sevdiğim diyor;
    Bensiz olamayacağını

    Bu yüzden
    Dikkat ediyorum
    Yürüdüğüm yollara..
    Ve korkuyorum yağmur damlalarından
    Beni ezmesinler diye.
    BERTOLD BRECHT

    YanıtlaSil
  2. Önce yavaş adımlarla koşmaya başlarsın, çok geçmez son sürat giderken bulursun kendini. Bir noktada bacakların acır artık ve durmak istersin. "Bir saniye dursam, azıcık dinlendirsem bacaklarımı, canımın acısı geçsin koşmaya öyle devam edeyim" dersin ama bir türlü duramazsın. Sonra birdenbire önündeki yol bitiverir, sen farketmemişsindir bittiğini ya da aslında bitmemiştir, biri set çekmiştir yola. Durursun mecburen ama bacakların istemsizce koşmaya çalışır; dengeni kaybeder, düşersin. Canın acır, bazen koşarken acıdığından daha çok... Bazen hiç kalkmak istemezsin düştüğün yerden, hiç koşamayacakmışsın gibi gelir bir daha. Ya yine düşersen de canın acırsa? Bazı yaralar çabuk kabuk tutar; bazen tutmasın diye kaşırsın ama hep kabuk tutar ve hep izi kalır sonuçta. Yine de gün gelir iyileşir yaralar, izleri hafifler; tekrar ayağa kalkarsın, devam edersin yola. Artık bilirsin ki bu bir maraton, yavaş yavaş başlayıp gücünün tümünü tüketmeden devam etmek gerek. Arada tökezlemek, bacaklarında yine aynı acıyı hissetmek ama durmamak. Gerekirse yavaşlamak, yolunu değiştirmek, engellerin etrafından dolanmak, engelleri koyanları yolundan atmak ama durmamak. Bir daha hiç durmaman, durdurulmaman dileğiyle... Dediğin gibi "Devam..."

    YanıtlaSil